10 Ocak 2012 Salı

Yaşamın Kıyısında Terörün Gölgesinde

28 Kasım 2007 yılında Genç Gelecek dergisinde yayınlanan yazım.

Yaşamın kıyısında; altın portakalı alamasa da, Türkçeyi zar zor konuşan, bu topraklardan binlerce kilometre uzakta yaşayan, bir gurbetçinin elinden çıksa da, film tamda bizi anlatıyor. Filmi yazmak isterdim, ancak filmin bende yarattığı çağrışımları aktarmak daha baskın geldi. Fatih Akın filmin baş karakterini kendinden esinlenerek oluşturmuş olacak ki, başrolde alamancı(!) bir babanın, bir alman gibi büyüyen, alman gibi yaşayan ve hatta alman dili profesörü oğlu var. Kendi ülkesine yabancı biri. Babası almanyada bir fahişeyi, alkollüyken yanlışlıkla öldürüyor. Baba tam bir Karadeniz uşağı, ama aklı biraz belinin altında. Ve oğlu babasının böyle bir şeyi yapmasını kabullenemeyip babasıyla bütün bağını koparıyor. Yani tam bir kültür çatışması. Bir yanda, bir fahişeyi kendisiyle ilişkiye girmediği için yanlışlıklıda olsa öldüren bir baba, diğer yanda, o kişiyi fahişede olsa önce insan olduğunu bilen bir oğul. Ama ne olursa olsun yinede tası tarağı toplayıp özüne dönmek için bir yolculuğa çıkıyor profesörümüz, elin Almanyasından, yurduna, babasının köyüne dönüyor, bir teyzeyle karşılaşıyor köyünde, bu çiftçi teyzeyle geçen her bir saniye bize ders veriyor. Teyze otantik görünüyor bizim profesörün gözüne, profesörde çok burnu havada duruyor köylü kadının karşısında, sanki Avrupalı bir turist, karşısında ki de fakir bir köylü, öyle yabancılar ki birbirlerine, halbuki ta kendisi o kadın, belki annesi, belki kardeşi, belki ta kendisi. Ve babasının balık tuttuğu Karadeniz’de sahilde, Karadeniz’in kokusunu çeke çeke babasını beklemesiyle film bitiyor. Kendine yabancılaşmış bir insanın özüne dönme çabası kısaca.
              Filmi izlerken insanın aklına şu sorular geliyor. Aynı topraklarda yaşamamıza rağmen; biz ne kadar birlikteyiz? Ne kadar birbirimizi tanıyoruz? Aynı şeyleri düşünüp, aynı telden mi çalıyoruz? Kızılırmağın doğusuyla batısı bir mi acaba?
              Ülkemizin en büyük sorunudur yoksulluk, peki yoksullukta her yerde aynı mı yaşanır? Ankara da yoksul bir memurun şartlarıyla, Hakkari de yoksul bir adamın şartları aynı mıdır?
               Büyük kentlerde yaşayan, eğitimli, dünyayı gezen, yenilikleri takip eden herhangi bir insanımız, babasının kendi köyü bile olsa, o köyde ki insanların yaşamlarını ne gözle görmektedir? Ya da tam tersi köylülerimiz büyük kenti ne şekilde görmektedirler? İki tarafta birbirine uzaydan gelmiş muamelesi yapmaktadırlar. Kentli biraz acıyan gözlerle, belki doğal yaşamın sakinliğini biraz kıskanarak ağır bir tavırla yaklaşır köylüyle biraz küçümser de, ne de olsa o küçücük köyünde bilgiye ne kadar sahiptir ki? Köylü ise devlet babasının, insan olarak aralarında  hiçbir farkı bulunmayan şehirdekileri neden bu kadar kayırdığını düşünüp kendi başının çaresine bakar.
                Şehirli “Ünzile” diye şarkı yapar.      “Yağmuru kim döküyor? Ünzile kaç koyun ediyor? Dayaktan uslanalı hiçbir şey sormuyor.” Aslında şehirli de üzülür bu duruma, ama kendi dertleri vardır, başka dertleri, şehrin sorunları. Bir şarkı yapar, çokta hüzünlüdür hani, ülkesinin sorunlarına duyarlı, tıpkı “live8” konserleri gibi; binlerce kilometre uzaktan, hiç tatmadıkları acıları, televizyonlardan görüp insani duygularla kitlelerin yardıma koşması gibi. Yabancıdırlar çünkü, uzaktır oradaki yaşamlar. Bizde ise devlet baba ayırmıştır bizi. Görmemiştir zamanında efendisinin dertlerini, ötekileştirmiştir aslında efendisini; düşünmeyen, sorgulamayan bir derebeyliğin ortasında terk etmiştir.
                 Askerimiz bas bas bağırıyor, akil yazarlarımız, aydınlarımız sürekli dile getiriyorlar, terörün bitmesi için önce terör örgütüne katılımı engellememiz lazım diyorlar. Çünkü bu bir savaş, ne kadar öldürürsen öldür onlar yeni bir kurban daha buluyorlar kendilerine. Çaresizlikten, devletin kendisini unuttuğundan, devlete küsüyorlar ve kendilerini güçlü hissetmek için dağa çıkıyorlar. Asker bu durumu bildiğinden şu sıralar bildiriler yağdırıyor bombaların yanında,“teslim ol” diyor, TCK’nın 221. maddesini açık açık yazarak, devletin onların yanında olduğunu anlatmaya çalışıyorlar.
                   Yetersiz kalan yatırımlar, köy enstitüleri gibi bir aydınlanma hamlesinin siyasi oyunlarla yarım kalması ve kapanması, bunun sonucunda doğuyla batı arasında bir kültür çatışmasının olması, batının doğuya yabancılaşması ve kendini ötekileşmiş hisseden halkın bir takım çapulcu tarafından kandırılıp dağa çıkarılması ve böylece terörün artması.
                                       Şimdi bir fark olduğu çok açık ama şunu artık iyice kavramamız lazım. Biz bu topraklarda beraber yaşıyoruz, bin yıldır kültürlerimizde kanlarımızda birbirine karıştı, içtiğimiz su, soluduğumuz hava bizi biz yaptı. Artık kendimize yabancılaşmayı bırakıp bir şeyler yapmanın zamanı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder