6 Ocak 2012 Cuma

ABDULLAH ÖCALANI NASIL SORGULADIM - İŞTE GERÇEKLER -


SORGU GÖREVLİSİ (H. A. UĞUR)- “Bak APO, Türkiye Cumhuriyeti devleti şu ya da bu şekilde bu terör belasından vatandaşını kurtaracaktır. Ama önemli olan insanlarımız zarar görmeden bu işi halletmektir. Şiddetin durması, halkın güvenliğinin sağlanması esastır. Ama bunun için yasadışı bir terör örgütü ile masaya oturacak da değiliz. (…) Bu mülakatlar tamamen senin talebin üzerine ve karşılığında şu olacak bu olacak pazarlığı olmadan gerçekleşmiştir. Sen, ‘Şiddetin durmasını sağlayacağım, kendim için bir şey istemiyorum’ diyorsun. Sorgu başladığından beri hep bunu söyledin, öyle değil mi?”

SANIK (A. ÖCALAN)- “Kesinlikle doğru… Ben size daha önce söylemiştim, örgüt bana bağlıdır, beni dinler… Daha ilk gün devletimin hizmetindeyim derken kastettiğim, bu işin bitirilmesi doğrultusunda ciddi adımlar atmamızdır. Türkiye’yi yönetenlerin ellerini güçlendirmek için ben öncelikle silahlı mücadeleye son verme ilanı yapmak istiyorum. (…) Sizlerden tek talebim bunları yapabilmek için bana imkân sağlamanızdır.”


İLERİ DEMOKRASİ IŞIĞINDA DEMOKRATİKLEŞEN TÜRKİYE

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tutuklanması ile beraber bütün basın; yandaşı, orta yolcusu ağız birliği etmişcesine bu olayın bir dönüm noktası olduğunu, Türkiye'nin artık demokrasiyi özümsediğini ve çok doğru bir adım olduğunu anlatıp duruyorlar. Hatta hızını alamayıp olayı "vaka-i hayriye" olarak adlandıranlar bile var ne yazık ki.

Yalnız bu nasıl bir demokrasi ise kendi ayağıyla ifade vermeye gelen biri adı, sanı ne olursa olsun önemli değil gün sonunda tutuklanıyor. Bu artık o kadar olağan bir durum oldu ki kimse bu duruma şaşırmıyor. Maalesef medyada  hukuk profesörü kesilen yandaşlar, gerçek demokrasilerde tutuklamanın olağan bir durum değil istisnai bir yol olduğunu unutuyorlar. Tutuklamaların olağan olduğu yerler baskıcı ve diktatörlük rejimleridir. Kaldı ki şu anda Ergenekon, Balyoz gibi davalarda toplam tutuklu sayısı 250'yi geçmiş durumda. Balyoz davasında yüzlerce muvazzaf, emekli asker ortada bir iddianame bile yokken ve haklarındaki suçlamaları çürütecek deliller olmasına rağmen içeride olmaları ne korkunç.

Görüldüğü gibi darbeciler içeri tıkılmış, şanlı iktidarımız ise bizi ileri demokrasi ile tanıştırmış durumda. Benimde aklıma son bir kaç ayda ülkemizde yaşanmış bir kaç ileri demokrasi örneği geldi.

Önce Yargıtay 13 yaşındaki N.Ç.'ye 28 kişinin tecavüzünü "kızın kendi rızasıyla olduğu" şeklinde verdiği kararla ileri demokrasimizi dosta düşmana gösterdi.  Tecavüzcüler arasında bankacı, asker, muhtar, okul müdürü, iş adamı gibi saygın mesleklerden kişilerin bulunması ve verilen ifadelerde bu mesleklerin gözetilmesi, adaletin ne kadar demokratik bir şekilde paylaştırıldığını bize kanıtlar gibiydi.

İleri demokrasimizin ulaştığı en son nokta ise henüz taze bir haber; 11 yaşındaki Z.Ç.'nin rahatsızlandıktan sonra hastaneye kaldırılması, hasta değil 8 aylık hamile olduğunun anlaşılması, çocuğun babasının Z.Ç.'nin beraber yaşadığı imam nikahlı eşi olduğunun anlaşılması. Baba olacak mahlukatın Z.Ç.'nin hastanede tedavi olmasına izin vermemesi ve onu hastaneden alıp çıkarması. Şimdi buraya kadar eminim aranızdan ne var bunda diyenler bile çıkacaktır ki onların acilen bir doktora görünmelerini tavsiye ediyorum. 11 yaşında bir kız çocuğu,  adı üzerinde çocuk ama imam nikahı ile bir adamın kucağında yaşıyor. Bu işin suç olmasını ve babayla, imam nikahlı adama verilmesi gereken cezaları geçiyorum, hastanedeki doktorlar ya da hastane polisi bu olaylar yaşanırken demokrasi var kızın rızası var diye mi düşünüyorlardı? Neresinden bakarsan mide bulandırıcı.

Demokrasilerde insanların hoşlarına gitmeyen şeylerle ilgili protesto hakları vardır, fakat protestodan ötürü haklarında 4 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan öğrencilerin olduğu bir ülkede ileri demokrasi vardır.

Halkın oylarıyla milletvekili olan Mustafa Balbay, Engin Alan ve Mehmet Haberal'ın millet iradesine karşı çıkılarak tahliye edilmemelerini onların terörist olmalarına bağlayabiliriz değil mi? Nasıl olsa barış ve demokrasi güvercinleri Sebahat Tuncel ve Emine Ayna artık dışarıda huzurlu bir şekilde 15 Ağustos Zafer Bayramlarını(!) kutluyorlar!

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise tutuklamalar hakkında; hukuk karşısında herkes eşittir diyor, ama kayıp trilyon davasının hafızasından kaybolduğu anlaşılıyor.

Benim ileri demokrasiden anladığım şu; ülkeyi bölmeye kalkmak suç değil ama hükümet karşıtı olmak ve onu eleştirmek terörizm.

Kısacası dışarıda ses çıkartacak kimse olmayınca demokrasi tadından yenmez bir nimet oluyor.