10 Ocak 2012 Salı

SİVİL ANAYASA

28/09/2007 tarihli GENÇ GELECEK dergisinde yayınlanan yazım.

                 22 Temmuz Seçimlerinden sonra ülkemizde siyasi gündem durulmaya başlamıştı. Halbuki bu sadece yeni fırtınalar öncesindeki sessizlikti. Önce Cumhurbaşkanlığı seçimi gündemi yoğun olarak meşgul etti. Ama esas fırtına kopmak için gün sayıyor; “sivil anayasa(!)”
                 Konuya öncelikle “Anayasa”nın tanımını yapmakla başlayalım. Anayasa; devletin temel organlarının kuruluşunu ve işleyişini belirleyen hukuk kurallarının bütünüdür ve normlar hiyerarşisinde en üst sırada yer almaktadır. Anayasalar diğer sıradan kanunlara göre daha zor usullere göre değiştirilirler.
                 Anayasalar genel olarak olağanüstü hallerde oluşturulmuşlardır. Bu olağanüstü haller, ortaya hukuksal boşluklar çıkarmış ve bunun sonucunda herhangi bir hukuk kuralına bağlı kalmadan, asli kurucu iktidarlar ortaya yeni anayasalar çıkarmışlardır. Olağanüstü haller dışında da bir iktidarın asli kurucu iktidar olarak anayasa yapabilmesi içinse şart, halkın o iktidarı yeni bir anayasa yapması için meclise taşımasıdır. Böyle bir yetkiyi ancak halktan alabilir. Ancak 22 temmuz seçimlerinde hiçbir partinin seçim programında yeni bir anayasa ile ilgili herhangi bir çalışma yoktur. Bir tek AKP, propagandasında yeni bir anayasa hazırlamak istediğini dile getirmiş, ancak taslağa dair herhangi bir çalışması olmamıştır. Bu sebeple mevcut iktidarın yeni bir anayasa yapmaya yetkisi yoktur.  
                 Gelelim günümüze; Malumunuz, mevcut iktidar yeni bir anayasa hazırladı. %92 oyla kabul edilmesine rağmen herkes tarafından eleştirilen bir anayasamız var. Mevcut anayasamız maalesef ki özgürlükleri kısıtlayıcı ve bir darbe sonucu oluşturulmuş, oluşturulurken tıpkı bugünde olduğu gibi kitlelerin fikri göz önüne alınmamış bir anayasa. Ve bu haliyle evet değiştirilmesi gereken bir anayasa.
                  Peki anayasalar sadece olağanüstü hallerde mi değiştirilir? Tabi ki de hayır. Bunun en güzel ve en yakın tarihli örneği 2001’de yapılan anayasa değişikliği. Tek seferde anayasanın “34” maddesi birden değiştirilmişti. Yani anayasa topyekûn değil, belirli bir kısmı değiştirilmişti. Bunu yapan iktidara da biz tâli kurucu iktidar diyoruz.
                   Dışardan bir gözle, anayasanın yapım aşamalarına baktığımızda ortada büyük bir demokrasi ayıbının olduğunu görürüz. 22 temmuzdan sonra, birlik arayacağız denilmesine rağmen, taslak hazırlanırken oluşturulan bilimsel heyetin başında ne kadar ilginçtir ki bir siyasi vardı. Bu hukukçular seçilirken hangi kriterler göz önünde tutuldu? Taslağın yapımında hangi sivil toplum örgütünün önerileri dinlendi? Ve buna rağmen bu anayasaya sivil denebildi?
                   Sivil (Civil), Latincede halk demektir. Peki bu halk anayasası, halkın hangi kesiminin fikirleri dikkate alınarak oluşturuldu?  %46 oy  bir anayasa yapmak için yeterli midir ki, bu yüzde 46 içinde yüzde kaç bu yeni anayasayı benimsemektedir?
                    Taslak oluşturulduğu sırada, iktidar partisinin milletvekillerinin bilimsel heyetin başında demokles’in kılıcı gibi durmasının sivil anayasayla alakası olamaz. Bu nedenle, belirli bir zümrenin fikirlerine dayalı, gizli kapılar ardında yapılan anayasa sivil değil ancak oligarşik bir anayasa olabilir.
                     Daha anayasa taslağı oluşturulmadan henüz önce başlayan ve taslakta da kendine yer bulan ideolojisiz anayasa ise teknik olarak mümkün olmayan bir olaydır. Çünkü herhangi bir ideolojiye bağlı olmayan anayasa bile teknik olarak liberal bir anayasadır. Ve liberalizmde bir ideolojidir. O halde önümüze şöyle bir soru çıkıyor; amaç, Kemalizmi anayasadan çıkarmak mı? Yoksa anayasamızı biraz daha çağdaşlaştırmak mı?
                      Oluşturulacak anayasanın genel olarak yüzeysel eleştirisi böyle. Eğer basına yansıyan tartışılan maddelere de değinirsek, önümüze şu sonuçlar çıkıyor; öncelikle taslağın tamamlanmasından sonra gördük ki mevcut anayasamızın değiştirilemez hükümlerinden olan “dili Türkçedir” ibaresi “resmi dili Türkçedir” olarak değiştirilmişti. Bu tek kelimelik değişiklikle Türkçe bu ülkenin dili değil, bu ülkede konuşulan dillerden herhangi biri olacak ancak devletin resmi dili olarak varlığını koruyacaktı. Ancak kamuoyundan gelen yoğun baskı ve tepkiler üzerine AKP’den yapılan açıklamalarda anayasanın değiştirilemeyecek hükümlerine dokunulmayacağı söylendi ve böylece bu tartışmaya şimdilik nokta konuldu.         Yeni anayasayla beraber cumhurbaşkanlığı artık tamamen bir temsil makamı olmakta, başbakanlıksa neredeyse bir yarı başkanlık yetkileriyle donatılmaktadır. Başkanlık sistemi de başarılı bir sistem olabilir. Yarı başkanlık Fransa’da işliyor olabilir ancak bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, hele ki oryantalist mantıkla hareket edildiğinde başkanlık sistemi faşist bir anlayışa muktedir olabilir ki, başkanlık sisteminin kötü yanı budur.
                         Bizim rejimimizde siyasi iktidar gücünü halktan alır. Onun adına yasama yetkisini kullanır. Bu yetkiyi kullanırken, iktidarın verdiği güçle, tek yönlü yasalar hazırlanabilir, anayasaya aykırı maddeler hazırlanabilir, yanlışlıklar yapılabilir. Bunlar olağandır. Bu sebepledir ki Cumhurbaşkanı siyasetten bağımsız ve tarafsız ve yaptıklarından sorumsuzdur. Biz eğer bu yetkileri Cumhurbaşkanından alır, tek bir makama verirsek, tek adam iktidarı kaçınılmazdır. Özlediğimiz demokrasi, oligarşiye hatta faşizme dönüşebilir.
                        Hazırlanan “Kılık kıyafetinden dolayı hiç kimsenin öğrenim hakkı engellenemez” hükmü, son derece komik, yanlış ve eksiktir. Öncelikle işin yanlış tarafı; mevcut anayasamızda kişinin eğitim özgürlüğü ve eşitliği zaten korunmaktadır. Birde böyle bir madde koymak abesle iştigal eder. Bu maddenin konmasında ki asıl amaç türbanlı vatandaşlarımızın üniversitelere türbanlarıyla girmesiyse; türban, AİHM’in ve Türk Yargıtay’ının da belirttiği üzere siyasi bir simgedir. Komik ve eksik tarafı ise; bu maddeden sonra kişiyi herhangi bir uygunsuz kıyafetle görebiliriz. Sonuçta kıyafetsizlikte bir giyim seçimidir. Burada sübjektif iyi niyet ilkesi hatırlatılacaktır, ancak böyle bir durumda, karşılıklı çatışmalar çıkacağı için, sübjektif iyi niyeti kimsenin önemseyeceğini sanmıyorum. Eğer ki bu madde geçerlilik kazanırsa, türban takmadığı halde kendini Müslüman addeden kişiler üzerinde bir baskı unsuru oluşacak ve çatışmalar çıkacaktır.
                          Sözlerimizin çoğu bir taslak üzerine olsa da, bu taslak mevcut iktidar tarafından ve bu işe hukuken yetkisiz bir iktidar tarafından yapılmaktadır. Bu taslak ileriki günlerde küçükte bir ihtimal olsa da, STK’ların etkisiyle, kamuoyu baskısıyla biraz daha demokratik bir hal alabilir, ancak sayın başbakanımızın bu konuda ki kamuoyu açıklamaları, görüşleri ve şu ana kadar bu konuda hakkında ki tavırları, taslağın bu haliyle halkoyuna sunulacağını göstermektedir. 
                          Sonuç olarak, yeni anayasa oluşturmak isteyen iktidar bu konuda yetkisizdir, hem de yapılmak istenen anayasa hem içerik olarak hem de şekil olarak eksiktir ve yanlışlıklarla doludur. Ülkemizin yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır, ama yeni bir rejime ihtiyacı yoktur. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder